16 Haziran 2008 Pazartesi

Ispanya´dan Ömer Faruk Tekbilek gecti...


Hiçbirimiz birbirimizden farklı değiliz. Bütün kültürler birbiriyle benzerdir. Müzik bizim ortak lisanımız, ortak muhabbetimizdir. Müzik ve dans sayesinde de hepimiz kardeşçe biraraya gelebiliriz. Bu hiç zor değil” Ömer Faruk TEKBİLEK

Nereden baslanilir ki onu anlatmaya... Sanirim cumleler cok anlamli ve kelimelerde yeterli gelmeyecektir bu ustanin karsisinda.Sadece bir usta olsa anlatirsiniz ama dinlemeden onu ve muzigindeki ruhu hissetmeden ne soylerseniz soyleyin kar etmeyecektir.O tarifi imkansiz sanatini icra ederken mutevaziligini ve guzel yureginide konusturuyor. O aslinda bence sadece yuregini konusturuyor enstrumanlarla...Nasil bir duyguyla insanlari kucakladigini gormeniz yetmez o sahnedeyken... onunla birlikte soylemeli ve muzigindeki sessiz haykirisi duymalisiniz kalbinizdeki en tatli tebessumle... sizde sahnedeymiscesine...dua edercesine... “Benim için müzik sonsuzdur. Sufizm ve müzik birbirine sarılmış ve iç içedir. Çalmak dua etmek gibidir”



















Ömer Faruk´la,ressam Şükrü Karakuş´un Tolosa´da duzenledigi Turk yemeginde tanistik.
Muzigi kadar sohbetide doyumsuzdu...mutevaziligi ve insan sevgisini sanati kadar butun hayatina, sohbetlerine kadar yansitabilen ve bunu basarabilen nadir insanlar vardirya onlardan birisiydi iste Ömer Faruk...
Ömer Faruk,daha sonraki gunlerde Gijon´da bir konser verecek ve bizde birkez daha o guzel insanlarla bulusmus olacaktik.

Insanlar diyorum cunku onun dunya tatlisi birde esi var Suzan Tekbilek...gulumsemek bir insana bu kadarmi yakisir, zaten Omer Faruk´ta -ben onun gulumsemesine carpildim demis bir roportajinda...

Sevginizin ve o sevginin yuzunuzdeki yansimasi gulumsemenizin sonsuza kadar sizinle olmasini diliyorum guzel insanlar...
Gijon´daki konserde kamera kullanmak yasak oldugundan fotograf makinesi almadim yanima, sadece konser disinda cep telefonuyla goruntuleyebildigim birkac fotografida sizlerle paylasmak istiyorum.





Henuz konser baslamamis ve insanlar gunler onceden almis olduklari biletlerle Teatro Jovellanos´u full doldurmus durumdalar.

Salondaki o muhtesem havayi solumaniz ve insanlarin konser sirasindaki alkislarini dinlemeniz, o buyuk ustanin insanlarla nasil sevgiyle kucaklastigini anlamaniza yetecektir saniyorum.















Konserin hemen ardindan hayranlariyla bulusan ve albumlerini imzalayan Omer Faruk kalabalikta cok zor seciliyordu ve bence buna imza yada bulusma yerine izdiham demek daha dogru olacakti:) Sevgili esi Suzan hanimda yuzunden eksik etmedigi gulumsemesiyle esinin hemen yanindaydi ve mutlulugu gozlerinden okunabiliyordu.

ve sevgili ogullari Murat Tekbilek kalabaliklar icerisinde gururla babasini seyrederken...Sahnede darbukasiyla babasina eslik ederken, insana bir darbuka bu kadarmi guzel calinir dedirtecek kadar yetenekli bir sanatci.



Ömer Faruk Tekbilek, sanat ve inanci birlikte olaganustu icra eden, müzigi, dinleyenin maneviyatini yukselten ruhunuzda adeta cicekler actiran, huzur bulduran yaraları saran, cinsten.Dışarıda Türkiye’den daha fazla tanınan ve alanında dünyanın en çok aranılan müzisyenlerinden birisi.Tekbilek 55 yaşında sufi bir müzisyen.“Cenab-ı Hakkın bizi nefes olarak nurlandırdığı yeri felsefi olarak buldum ben diyor. Neşe ve sükûnet var orada. Sonsuz bir sükûnet.” O, hayat ona ne getirdiyse kabullendi.Zorlukların sırtını yere getirmesine izin vermedi Tekbilek. Olduğu şekilde kalmayı, sabretmeyi becerdi. Şimdiyse bir müzisyenin isteyebileceği birçok şeyi elde etmiş durumda. Amerika’nın doğusunda, Rochester’da oturan Tekbilek, gelen konser davetlerinin yogunlugundan dolayi evinde fazla zaman geciremiyor.







Dusundumde onu sadece benim anlatmam yeterli olmayacakti.Pekcok insan onu herzaman anlatmisti ve anlatacakti.. Iste onlardan biri : *


SANATA MÜZİK ALETLERİ DÜKKANINDA BAŞLADI


Ömer Faruk Tekbilek müzik yaşamına 1963 yılında, henüz ortaokuldayken bir akrabasının müzik aletleri dükkanında çırak olarak başladı. Dükkan Tekbilek’in doğduğu yerde, Adana’daydı. Her gün okul çıkışında oraya gider, dükkanın sahibi Aydın Cangürgel’den nota dersi alırdı. Adana’da imam hatip okulunda okuyan Tekbilek alışılagelmiş bir çizgi izleseydi, hocalık yapacak, namaz kıldırıp, cenaze yıkayacak; en iyisinden ilahiler okuyacaktı kandil gecelerinde. Ama o 16 yaşındayken, eğitimini yarıda kesip müzik yapmak için İstanbul’a gelmeyi tercih etti.İlk zorlu kararı da, 18 yaşında İstanbul’da buldu Tekbilek’i. Türkiye’nin bir köşesinden diğer bir köşesine yaptığı göç, genç yeteneğin hayat felsefesini de kökünden sarsmış, manevi buhranlara sürüklemişti onu. İçine düştüğü bunalım ona iki vazgeçilmezinden birisini seçmesini buyuruyordu: Bir tarafta inançları vardı, diğer tarafta uğruna doğup büyüdüğü şehri terkettiği mesleği.“Dinî bir ortamdan farklı bir hayata geldim. Gecelere, kadın matinelerine gidiyorduk. Biz kadınlara değil onlar bize teklif ediyordu klüplere, plaja gitmeyi. Bense daha o zamanlar 16 yaşındaydım.” diye anlatıyor Tekbilek yaşadığı imtihanı.


KALBİNİN SESİNİ DİNLEDİ


Sonunda, içine düştüğü bunalımdan kurtulmak için, “sefahat devri” diye adlandırdığı yaşam tarzını, müzikle birlikte bir kenara itti Tekbilek. Arapça öğrenip Kur’an okuyarak, düştüğü buhrandan çıkmaya çalışırken, çalgıyla meşguliyeti de bıraktı. Hayatını allak bullak eden bu fırtınadan kaçmak için ekmek teknesini terk etmişti.Oysa İstanbul’a geldiğinde Orhan Gencebay gibi sanatçılarla çalışmaya başlamıştı. Meslektaşları gelecek vadeden bir kariyeri tehlikeye attığı için Tekbilek’in aklını kaçırdığını düşünüyordu. Sadece Gencebay’ın o zamanlar diğerlerinden farklı bir öğüt verdiğini söylüyor Tekbilek. “Oğlum aynı şeyleri ben de yaşadım. Sen kalbinin sesini dinle. Yine buraya döneceksin, ama sen kalbinin sesini dinle!” demişti Orhan abisi.Onu sahnede takip eden ışıkların ruhunu karanlığa götürdüğünü düşünmeye başlamıştı. Üç ay ne bağlamasına dokundu ne kavalına ne de uduna. Sonra bir gün, yanında kaldığı abisinin evinde, odasında otururken, duvarda asılı ud gözüne ilişiverdi. Efendisi olduğu enstrümanı çalma arzusu içini doldurmuştu. Udu duvarda asılı olduğu yerden indirdi, tellerine dokundu. “Bunda günah olacak ne var?” diye düşündü sonra.“Ameller niyetlere göredir.” hadis-i şerifinin, onu yaptığının günah olmadığına ikna eden şeylerden biri olduğunu söylüyor Tekbilek. Onun amacı sanatını icra etmekti. Böylelikle kendisini bekleyen engelleri aşmak, zor kararlar vermek üzere, uduyla birlikte hayatının dümenini de eline aldı bir kez daha.Rochester’e 1971 yılında, Amerika’nın doğu yakasında bir dizi konser vermek için geldi Türk müzisyen. Kaderde, aynı şehirde bir konfeksiyon fabrikasında ütücü olarak çalışmak, sabah akşam kart basmak da vardı. Konserden sonraki beşinci senesinde Tekbilek Amerika’nın en büyük giyim fabrikası Hickey Freeman’da çalışmaya başlamıştı.

İNSAN DİBİNİ BULAMAZ, SADECE DEŞER DURUR



Amerika turnesinde iken, gelecekte eşi olacak insanla, Suzan’la tanıştı. Turnenin bir ayağında darbuka çalacak 12 yaşında bir çocuk bulmuşlardı ve onun ablasıydı Suzan Hanım. Rocherster’deki konserden önce birkaç saat görüşebilmişlerdi ama o kadarı bile “Ben onun gülümsemesine çarpıldım.” demesine yeterliydi Tekbilek’in. Gün boyunca çektikleri fotoğrafları gönderme vesilesiyle adresini veren Omar Faruk, Suzan Hanım’la, takip eden yıllarda Türkiye’den mektuplaştı.“İnsan dibini bulamaz, deşiyorduk işte biz de mektuplarda” diyor Tekbilek, askerdeyken gelip giden mektupları hatırlayınca. Askerlik dönüşü evlenen ikili, Tekbilek’in vizesini almasıyla Amerika’da buluştu. Aradaki okyanusu aşarken aklında müziği bırakmak yoktu sanatçının. “Boston’daki müzik okulu Berklee’de caz çalışırım diye düşünmüştüm. Ama buraya gelince arada dokuz saatlik mesafe var dediler. Ooo, olmadı dedim, o kadarını çekemezdim.” diye anımsıyor o günleri Tekbilek. Kafasında sürekli müzik vardır, ama hayat şartları çalışmasını gerektirince Hickey Freeman’da işe başlar. Orada geçirdiği yılları hatırladığında şunları söylüyor: “Bir müzisyenin İstanbul’dan gelip de tam 17 sene başka bir işte çalışması kolay değil. Çektiğimi düşünebiliyor musunuz?”Daha sonraları Rochester’de kayınbiraderinin de üyesi olduğu bir müzik grubu kurup, oryantal çalmaya başladı, ama bu küçük şehir ona ve hayallerine dar gelmişti. New York’a yerleşmek, kariyerine orada devam etmek isteyince de, o büyük şehrin düzenlerini bozacağını düşünen eşi Suzan Hanım karşı çıktı buna. “Faruk iyi bir aile babası. Tehlikeyi o da gördü.” diyor Suzan Hanım, problemin üstesinden nasıl geldikleri sorulunca.Nicedir mesleğiyle gönlünce uğraşamayan Tekbilek, kendini karar vermesi güç bir yol ayrımında buldu. Ya eşine rağmen New York’a gidecek ve ona kucak açacak bir klüpte çalışmaya başlayacaktı ya da müzik yaşamına akşamları işten geldikten sonra evde, odasında devam edecekti.“Müzik ne benim için?” diye sordu kendisine. Cevabı, “Benim için kime, nerede çaldığım önemli değil. Benim için önemli olan evde yaptığım çalışmalar ve benim kendimi öğrenmem. Çünkü biz aslında enstrümanı değil, kendimizi öğreniyoruz. Zihnin ve vücudun uyumunu alıp, bir enstrümana uyguluyoruz.” oldu.Zorlu kararlarında rehberi olan “içindeki efendi” ona New York hayallerini bir kenara bırakmasını söylemişti. Teslimiyetten değil, sabretmeyi bildiğinden kaderine boyun eğdi Tekbilek. Yeni işinde de sabır, huzura giden yol oldu.


FAZIL’IN YERİ’NDE HUZURU BULDU


“Bir sabah o büyük buharlı makinayı bir açtım, baktım vaaauuuuuğğ diye bir ses!” diye anlatıyor Tekbilek, makineden çıkan sesi taklit ederek. Her sabah yaptığından farklı birşey yapmamıştı, ama makineden çıkan ses onun icin yeniydi. Sürekli duyup da umursamadığı sesi, ilk defa o sabah bir soksafonunkine benzetti. Ardından, diğer makinelerden gelen seslerin de farklı enstrümanları andırdığının farkına vardı. Yahut ona öyle geliyordu: “Allah dedim. İşte orkestra benim çevremde.”Tekbilek o orkestrayla ıslık çaldı, onunla şarkı söyledi, günlerini onunla doldurdu. Hafta içinde, akşamları eve dönüp kısa bir uykudan sonra odasına kapanıp kendi kendine çalışıyordu enstrümanlarıyla. Onun ne çaldığını Bayan Tekbilek kalorifer borularına kulaklarını dayayıp dinlerdi, sanatçı kapısını kapadığında.Hafta sonlarındaysa Tekbilek eşini yanına alıp New York’a giderdi, iki gün de olsa oradaki klüplerde çalabilmek için. Bütün hafta kirlenen, ağırlaşan vücudunu hamamda yıkayıp temizlemek gibi geliyordu ona iki günlük New York seyahatleri. En çok gittiği yer, Manhattan’ın göbeğinde, pavyonların, sinemaların ve tiyatro salonlarının bulunduğu Times Meydanı’ndaki Fazıl’ın Yeri oldu. Bir asırdan daha uzun bir tarihi vardı Fazıl’ın Yeri’nin. Ünlü Broadway tiyatrolarının oyuncularının provalarını yapabilmek için tercih ettikleri bir mekandı burası. Tiyatro ve müzikal sanatçıları klübün üst katında toplanırlardı. New York’a yeni gelen şarkıcı ve çalgıcılarsa alt katta sahne almak için akın ederdi Fazıl’ın Yeri’ne. 70’li yıllardan beri mekanın müdavimi, şimdilerde bir Birleşmiş Milletler emeklisi diplomat klübün o zamanlar “New York’un her köşesinden gelen sanatçıların parasız da olsa çalmak, dans etmek ya da şarkı söylemek istediği bir yer” olduğunu söylüyor. Fazıl’ın klübü Omar Faruk Tekbilek için adeta bir zıplama tahtası olacaktı.Tekbilek, bu biraz kenarda kalmış ama müdavimlerinin sevdiği, Broadway sanatçılarınınsa çok iyi bildiği yerde çalıyordu 80’li yıllarda. 1988 yılında bir akşam yine aynı mekanda iştahla müziğini icra ediyordu. Öylesine coşkundu ki ruhu, yorulup mola vermek isteyen çalgıcıların yerine onların enstrümanlarını alıp, çalmaya devam ediyordu. Birbirini kovalayan saatlere rağmen sahneden inmemekte kararlıydı. Tabii bunu yaparken, kendisini seyredenlerin arasında ünlü bir prodüktörün olduğundan habersizdi.Atlantik Müzik’in başındaki Arif Mardin’in tavsiyesi üzerine o gece Fazıl’ın klübüne gelen ünlü prodüktör Brian Keane, Public Broadcasting Service için çalışıyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ı konu alan belgeseline müzik yaparken kendisine yardım edecek birisini arıyordu Keane. PBS’nin “Muhteşem Süleyman” için ona bulduğu akademisyenlerden de sıkılmıştı.


GERÇEK BİR MÜZİSYEN ARIYORDUM

“Gerçek bir müzisyen arıyordum.” diye açıklıyor Keane, neden o gece orada olduğunu. “Ömer’i gördüğümde, biraz toydu. Elime geçen bir albümü vardı, acemice kayıt edilmiş ve kapağında gülünç kıyafetlerin olduğu bir resim vardı, bilirsiniz. Ama, özel bir müzisyen vardı orada.”Tekbilek o gece klüpte sabahın erken saatlerine kadar çaldıktan sonra Keane’la birlikte bir kayıt stüdyosuna gitti. Keane onun ne kadar iyi olduğunu görmek istiyordu. Birlikte yaptıkları ilk kayıt “Muhteşem Süleyman”ın açılış parçası oldu. Amerika’nın prestijli ödülleriyle taçlandırılan yapıt, Tekbilek’in de kariyerinde hızla yükselmesini sağlayacaktı.Son 18 yılda 14 albüm çıkaran Tekbilek, aynı zamanda dünyanın birçok yerinden ünlü sanatçılarla ortak projelere imza attı. “Spy Game” (Casusluk Oyunu) adlı Hollywood yapımı filmin müziğine bir parçayla katkıda bulundu. Amerika’da Golden Belly Musician ödülünü 1998 ve 1999’da iki defa alan Tekbilek, 2003 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Türk müziği dalında ödüllendirildi. Aynı yıl BBC Dünya Müziği ödüllerinde Ortadoğu dalında dört finalistten biri olmayı başardı, ancak ödülü alamadı.2004 yılında Irak’taki lösemili çocuklar yararına Londra’da düzenlenen konsere davet edilen Tekbilek yaşadığı değişimi şöyle anlatıyor: “Bir zamanlar Beatles’ın çaldığı Royal Albert Hall’ın ortasına kocaman bir yastık koymuşlardı benim için. Ben de üzerinde oturuyorum, bağlamamı çalıyorum. O sırada dervişler dönüyor. Bulgar Senfoni Orkestrası da çalıyor. Ya Rab dedim, ben neredeydim, sen beni nerelere getirdin? Ben hiç düşünmezdim ki bunları.”Kazandığı şöhretin beraberinde manevi dünyasını ve inançlarını da koruyan Tekbilek, 2004 yılında Yahudileri aşağıladığını düşündüğü için “Passion of Christ” (İsa’nın Çilesi) filminin müziğinde görev almayı, dolayısıyla da milyoner olmayı reddetti. Halen Rochester’da yaşayan Tekbilek çiftinin biri evli olmak üzere üç çocukları var.




* C. Onur Ant halen Columbia Üniversitesi Gazetecilik bölümünde yüksek lisans çalışmasını sürdürüyor.




New York Metropolitan Museum Of Art’ta sergilenecek olan “Muhteşem Süleyman” sergisi ve filmi için Keane ile birlikte çalışmaya başlayan Tekbilek , bu dönemin ardından yayınlayacağı birbirinden başarılı ve kendisini dünya çapında tanınan ve adı saygı ile anılır bir müzisyen olmasını sağlayan on üç muhteşem albümü için önemli ve büyük bir adım atmış olur.Yine bu tarihten itibaren, doğu ve batı ezgilerini ustaca harmanladığı müziği ve hayat felsefesi ile dünya müzik sahnesinde ağır fakat emin adımlarla ilerleyen Tekbilek , kendi albümlerinin yanı sıra, Don Cherry, Karl Berger, Ginger Baker, Ofra Haza, Peter Erskine, Trilok Gurtu, Simon Shaheen, Bill Laswell, Mike Mainieri, Michael Askill, Arto Tuncboyaciyan, Nusrat Fateh Ali Khan, Jai Uttal, Hossam Ramzy ,Glen Velez başta olmak üzere birçok usta müzisyenle birlikte çalışmalar yapar. Böylece, Türk müzisyen kimliğiyle adını dünya müzik arenasına altın harflerle yazdırmış olur..Bağlama, ney, darbuka, zurna, bendir, def gibi enstrümanları virtüöz derecesinde kullanabilen, bütün toplumların kardeşliğini, bütün kültürlerin iç içe olduğunu ve sadeliğin en yüce hayat felsefesi olduğunu insanlara duyurmayı kendisine misyon edinen usta sanatçı, bu hayat felsefesini müziğine de taşımayı çok iyi bilmiş ve geniş kitlelere ulaşmıştır. Albümlerinde Yunanistan, İsrail, Bulgaristan, İran ve İspanya gibi birçok farklı ülke ve medeniyetten müzisyenlerle çalışan Tekbilek ; Amerika dışında, Avustralya, Fransa, İspanya, İngiltere,İsrail ve Yunanistan başta olmak üzere birçok kıta ve ülkede verdiği konserlerle hayran kitlesini her gün genişletmiştir. Aynı çizgi ve felsefik anlayışla hazırlanmış olmalarına rağmen, yaptığı her albümde farklı soundlar ve farklı ezgileri kendine has yorumuyla sentezleyen müzisyen, bu sayede dünyanın dört bir yanındaki dinleyicilerine, hep farklı tatlar ve farklı keyifler yaşatmıştır. Bugüne kadar “Spy Game (R.Redford,B.Pitt)” gibi birçok Filmde müziklerine yer verilmesi ile çok daha geniş bir müziksever kitlesi; Ömer Faruk Tekbilek ’in müziğiyle tanışma şansını elde etmiştir. Son albümü Alif’i Paul Simon’ın prodüktörü Steve Shehan’la birlikte hazırlayan Tekbilek , bu albümde Yunanistan’ın ünlü seslerinden Glykeria ve gitar virtüözü Jose Antonio Rodriguez’e de yer vererek world müzik tarzında eşsiz bir projeye daha imza atmıştır.


Albümleri Türkiye’de bugüne kadar toplam 50 bin adetlik satış rakamına ulaşmış olan sanatçı, tüm dünyada çok iyi tanınmasına ve sıkça konser vermesine rağmen anavatanında şu ana kadar 3 konser (ilki;Akbank jazz festivali 2001 – ikincisi;Borusan Filarmoni Ork. Yeni yıl karşılama konseri Aralık-2003) vererek izleyenlerin damağında tekrar tadılması gereken bir lezzet olarak kalmış ve izleyememiş olanların da sabırsızlıkla beklediği isimlerin en başında gelir olmuştur. Son olarak İstanbul “Solar Beach” sezon açılışı vesilesiyle 4000 kişilik bir izleyici kitlesine kendi orkestrası ile unutulmaz bir konser vermiştir.


Ömer Faruk TEKBİLEK’in yayınlanmış 13 albümü var...


Suleyman The Magnificent (1988)
01 - İstanbul'dan Görüntüler
02 - Göğün Yedi Katı
03 - Egeli Gemici
04 - Ayasoyfa
05 - Uşşak Semai
06 - Nihavend Fantazi
07 - Kuzeydeki Köy
08 - Topkapının Bahçesi
09 - Rast Medhal
10 - Süleymanın Öyküsü
11 - Teke Zıplaması
12 - Mevlana
13 - Segah Peşrevi
14 - Hicaz Taksimi
15 - Hiaz Peşrevi
16 - Makber
17 - İstanbul'dan Görüntüler ·



Fire Dance (1990)
01 - Somewhere In The Sahara
02 - Oğlan Boyun
03 - A Call To Prayer
04 - Desert Twilight
05 - A Passage East
06 - Song of The Pharaohs
07 - Beledy
08 - Fire Dance
09 - Ask
10 - Village Song
11 - Modern Mystics
12 - Sahara (Reprise)
13 - Spirit of The Ancestors
14 - Halay ·



Beyond The Sky (1992)
01 - Beyond The Sky
02 - Imaginary Traveler
03 - Kolaymı
04 - Bridge
05 - Chargah Sirto
06 - Your Love Is My Cure
07 - Selemet
08 - Nighttime
09 - Strange Little Corner
10 - Şişeler
11 - Sweet Trouble
12 - Al Fatiha ·



Whirling (1994)
01 - Whirling Dervish
02 - Gawazi
03 - Love Respect Truth
04 - Old Man’s Dance
05 - Long Wait
06 - Moment Of Doubt
07 - Caspian Winds
08 - Fly Away
09 - La Ilaha Il Allah
10 - Sultan Of The Hearts ·



Fata Morgana[1994]
01 - Desert Wind
02 - Aman
03 - Distant Call And March Of The Janissaries
04 - Cool Water
05 - The Goldsmiths
06 - Ocean Dream 1
07 - Sufi House
08 - Boiling Water
09 - Fata Morgana
10 - Ba-La-Ma
11 - Little Janissary
12 - Ocean Dream 2
13 - Under Desert Stars
14 - From Emptiness
15 - Desert Wind ·



Mystical Garden (1996)
01 - Other Side of the River
02 - Magic of the Evening
03 - Laz
04 - Shashkin
05 - Hasret
06 - Egyptian Dance
07 - Three Last Words
08 - Mystical Garden
09 - Hu Allah ·



Gypsy Fire (1995)
01 - Rompi Rompi
02 - Nihavent
03 - Istemem Babacim
04 - Kadife
05 - Muhabbet
06 - Minoush
07 - Fincan
08 - Konyali
09 - Beledy
10 - Siseler ·




Crescent Moon (1998)
01 - Crescent Moon
02 - Yalel
03 - Salute To The Sun
04 - Tamzara
05 - Baglama Delight
06 - Hijaz Raks
07 - Last Moments of Love
08 - Adanali
09 - Azeri
10 - Yunus.



One Truth (1999) (I Love You)
01 - Red Skies
02 - I Love You
03 - Wildflower
04 - Manhem
05 - Tahir Raks
06 - Roman
07 - One Truth
08 - Ara'ya
09 - Sufi
10 - İstanbul ·



Dance into Eternity – selected pieces 1987-1998 (2000)
01 - A Call To Prayer
02 - Imaginary Traveller
03 - Siseler
04 - Ayasofya (Saint Sophia)
05 - Song Of The Pharaohs
06 - Hasret
07 - John The Baptist And Salome
08 - Crescent Moon
09 - Gawazi
10 - Laz
11 - Kolaymi
12 - Mastika
13 - Topkapinin Bahcesi
14 - Whirling Dervish
15 - Village Song ·



Alif (2001)
01 - Lachin
02 - Dulger
03 - Gardener
04 - Dark Eyes
05 - Shinanay
06 - Don't Cry My Love
07 - Alif
08 - Dadash
09 - Take A Flight
10 - Ya Bouy
11. - Laundry Girl
12 - Forbidden Love ·



One (2003)
01 - Ahava Yeshana (Old Love)
02 - Like A Rose
03 - Resistance
04 - Remembrance
05 - To The Source
06 - Ein Hudra Rababa
07 - Mirage
08 - Birds Of The Nile
09 - Sacrifice
10 - Lament
11 - One
12 - Nava
13 - Ala Delaouna
14 - Twenty Years Ago
15 - Duna At Night
16 - Baburi
17 - Betrayal
18 - Inshallah
19 - Childhood On The Red Sea



Tree Of Patience - 2005
01. Common Spirit
02. Elation
03. Ghizemli
04. Ole Aman
05. Why
06. Toros
07. Adanam
08. Karam
09. Tree of Patience




Ömer Faruk Tekbilek´in web sayfasi ve facebooktaki sayfasina ulasmak icin :

http://www.omarfaruktekbilek.com/

http://www.facebook.com/pages/Omer-Faruk-Tekbilek/16460592868



"Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır."Nagmeleriniz oyle bir lisanki, gonullerimize tercuman olmaktadir."

3 Haziran 2008 Salı

San Sebastian-Bask Ülkesi-Pais Vasko Euskadi-Donostia


Bugun sizlere Ispanya´nin kuzeyinden, San Sebastian´dan bahsetmek istiyorum. Asıl adı Donostia'dır, İspanyolca adı San Sebastian olarak geçer. 12 semtten oluşur. Guiuzcoa bölgesinin başkentidir.
1014´te St. Sebastian manastırının çevresinde kurulmuştur.
1174, Navarra Kralı Sancho el Savio, şehre otonom statüsü verdi. Şehrin resmi kuruluş yılı olarak kabul edilebilir.Şehir balıkçılık ve deniz ticareti üzerine gelişti.
1200 yılında Castilla Krallığı tarafından işgal edilmiştir.
1719'da üç yıllığına Fransa tarafından işgal edildi.
1794'te tekrar Fransız işgaline uğradı.
1813 yılında Anglo-Portekiz güçleri şehri özgürlüğe kavuşturdu fakat taciz ateşleri sırasında şehrin tamamına yakınını yakmak suretiyle harab ettiler...
Tekrar inşa edilişinin ardından Kraliçe II. Isabella'nın yazlık şehri statüsüne girdi. Kraliçe'nin varlığı bütün aristokratik çevrenin de San Sebastian'a ilgi göstermesine neden oldu. O günden beri Kuzey Iberia'nın en önemli turistik şehri olagelen San Sebastian, bugün de turistik değerini koruyor..





















Atlas okyanusuna bakan plajlariyla unlu ispanyol bask şehri.





Sehir merkezinden, sağ ve sola uzanan La Concha ve Zurriola plajları, yerli halk ve turistler ve özellikle sörfçüler tarafindan oldukca ragbet gormektedir.Bu plajlarda med-cezirler sikca gorulur ve sular cekildikten sonra kumlarda futbol bile oynanmaktadir.


















182.000 civarinda bir nüfusa sahip olan San Sebastian´da yas ortalamasi oldukca yuksektir.Ancak yaz aylarinda gelen genc turistlerle birlikte canlanmaktadir.


San Sebastian´da, Baskça ve İspanyolca konusulmaktadir.Bask´ca dunyadaki diger dillere benzemeyen bir yapidadir. Ayrica Bask bolgesindeki okullarda Baskca dil ogreniminin yanisira, ozerk yonetim bu dili dahada yayginlastirmak konusulmasini saglamak icin ozel caba harcamaktadir. Buna ornek olarak, Bask bolgesindeki butun tabelalarin baskca ve ispanyolca olmasini gosterebiliriz.

Donostiako Udala/Ayuntamiento de San Sebastian


San Sebastian belediyesi

San sebastian´in cevresinde Hernani, Pasaia, Irun, Errenteria, Usurbil, Biarritz(Fransa) illeri bulunmaktadir.

La Liga Primera (İspanyol 1.ligi)'da Real Sociedad adinda bir futbol takimi vardir.Basketbol takimlarinin adi da Gupizcoa Basket'tir.


Her Ağustos ayında "semana grande" "büyük hafta" kutlanır. Uluslararası San Sebastian Film Festivaline de evsahipliği yapar...1980'lerde "Muhsin bey" filmi buyuk odulu almisti bu festivalde.

La vieja tepesindeki Isa heykelinin bulundugu yerden manzara gorulmeye degerdir.

Her yıl 20 Ocak tarihinde Tamborrada adlı bir festival vardır.Belediye Başkanı şehrin eski kısmı olan "Parte Vieja"da şehrin bayrağını göndere çeker ve 24 saat boyunca şehirde davul sesleri duyulur.













Dunyaca unlu sanatcilarin bir gecesine binlerce euro odeyerek kaldiklari unlu Maria Cristina oteli...


San Sebastian´da, 10 euro odeyerek gezebileceginiz bir akvaryum var ancak cok buyuk olmasada ozellikle kopekbaliklarinin nasil dunyaya geldiklerini gorebilmek acisindan oldukca ilginc oldugunu soyleyebilirim. www.aquariumss.com
















Kopekbaliklari ince ipler uzerindeki bu kozalarin icerisinde gelisiyorlar ve herbiri ancak bir parmak buyuklugunde dunyaya geldikten sonra buyuk akvaryuma konulmadan once kucuk akvaryumda basleniyorlar.





San Sebastian, dünya gastronomisinin en gözde merkezlerinden birisidir.Bask mutfağının önemli bir parçası olan Pintxos, San Sebastian restoranlarının adeta bastacidir.İspanyolların meşhur mezelerine "pintxos" deniliyor Baskça.





Hemen her sokakta ve butun sehirde belkide yuzlercesi olan cafelerlerde bu Pintxos´lardan tatmak mumkun.Ancak sanirim Ispanyollar bu tadim isini hayli abartmis olacaklarki pintxos yemenin neredeyse bir torene donustugunu goruyoruz burada. Herhangi bir cafede birseyler icip pintxos yedikten hemen sonra baska bir cafede bunun aynisini tekrar yapmak konusunda baska ne soylenebilir ki :) Fakat hemen eklemeliyim ki ozellikle bask lokantalarindaki ascilar sefler yemek yapmak konusunda kelimenin argo manasiyla olayi asmislar. Kucuk bir dilim ekmegin yada herhangi bir malzemeden yapilmis ancak bir kasik buyuklugundeki bu kucuk lezzetler icin ortalama olarak 2 ile 5-6 eroya varan bir rakam oduyorsunuz.Disimin kovuguna bile gitmez diyebilecegimiz :)bu buyukluk icin neden bu kadar para oduyorum ki diye dusunmuyorsunuz dersem belkide biraz anlayabilirsiniz :) yada hayatimda ilk kez pismemis hamsiyi bu kadar istahla yedigim tek yer dersem :))









sonu gorunmeyen okyanus manzaralariyla, tarih kokan sokakları ve kendine has sadeligiyle San Sebastian, gidilesi gorulesi bir yerdir :) yolunuz duserse,mutlaka ruzgarin eksik olmadigi sahilinde yuruyus yapip serin ve tertemiz denizinde yuzmelisiniz.Her ne kadar cok pahali olsada ucuz alisveris yapabileceginiz marketlerde bulmaniz mümkündür. Bask ulkesinin bu en guzel sahil kentine yolunuzun dusmesi dilegiyle...