Büyükelçi Ender Arat’ın Dialogo Europeo’da yaptığı konuşmanın metni(Madrid, 17 Şubat 2009)
Sayın Büyükelçiler, Değerli Dostlar, Bayanlar, Baylar:
Bu sabah sizinle beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.Dialogo Europeo yöneticilerine bu fırsatı bana verdikleri için teşekkür ediyorum.Türkiye’nin Büyükelçisi olarak İki yıldır Madrid’de görev yapmaktayım.İtiraf etmeliyim ki, İspanya’da ayrıcalıklı Büyükelçiler arasında yer almaktayım.Zira Türkiye ile İspanya arasındaki ilişkiler mükemmel bir düzeyde. Hiçbir siyasi sorunumuz yok.Ekonomik ilişkilerimiz diğer ülkeleri kıskandıracak şekilde her yıl gelişiyor.Ticaret hacmimiz 2008 yılında 6,5 milyar Avro’yu aştı.Türkiye’deki İspanyol yatırımları giderek artıyor.İspanyol yatırımcılar Türkiye’nin iç pazarının büyüklüğünü ve Türkiye’nin periferisindeki Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu gibi büyük pazarları keşfetmeye başladılar.İspanya Başbakanı “Medeniyetler İttifakı” projesinin ortak sunucusu olarak Türkiye Başbakanını seçti.Medeniyetler çatışması riski ile karşı karşıya bulunduğumuz dünyamızda ihtiyacını duyduğumuz diyalog ve hoşgörünün yerleşmesine hizmet edeceği kabul edilen bu proje, mükemmel düzeydeki ikili ilişkilerimizin uluslararası alana yansımasını teşkil ediyor.Medeniyetler İttifakının birinci forumu 2008 Ocak ayında Madrid’de yapıldı.İkinci forum 6-7 Nisan 2009 tarihlerinde Istanbul’da yapılacak. Bu foruma 100’e yakın ülke ve 15 uluslararası kuruluşun katılması bekleniyor.Türkiye ile İspanya’nın siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda işbirliğini daha da geliştirmesine imkan sağlayacak kapasiteye sahip oldukları bir gerçektir.Nitekim bu anlayışladır ki, Başbakan Zapatero 15 Eylül 2008 tarihinde Istanbul’a yaptığı gayrıresmi ziyaret sırasında iki ülke arasında her yıl düzenli olarak zirve toplantıları yapılmasını önermiştir.Bu öneri Türkiye tarafından memnuniyetle kabul edilmiştir.İlk zirve toplantısının, Medeniyetler İttifakı İkinci Forumunun hemen öncesinde, 5 Nisan 2009 tarihinde İstanbul’da yapılması kararlaştırılmış bulunmaktadır.Zirve toplantılarının, İspanya’nın Portekiz, Fransa, Almanya, İtalya ve Polonya ile olduğu gibi, Türkiye ile de ikili ilişkilerine yeni bir ivme kazandıracağına inanmaktayız.Türkiye ile İspanya arasındaki mükemmel ikili ilişkilerin temelinde, itiraf etmeliyim ki, Türkiye’nin AB’ne tam üye olmasını İspanya’nın kuvvetli bir şekilde desteklemesi yatmaktadır.Zira AB’ne üye olmak Türkiye’nin en öncelikli politikası ve stratejik hedefidir. Türkiye AB’ne girerek Avrupa ile entegrasyonunu tamamlamak istemektedir.İspanya’nın Türkiye’ye verdiği bu desteğin bir devlet politikası olduğunu biliyor ve takdir ediyoruz.Türkiye’yi aday ülke olarak kabul eden kararı 1999 yılında iktidarda bulunan PP Hükümeti desteklemiştir.Şimdi sizlere Türkiye’nin Avrupa ile bütünleşme politikasının tarihi bir vokasyon olduğunu açıklamaya çalışacağım. Türklerin atayurdu, tıpkı Finlerin ve Macarların olduğu gibi, Orta Asya’dır. Nitekim Türkçe, Fince ve Macarca aynı kökenden gelmektedir ve aynı gramatik kurallara sahiptir.Türkler Orta Asya’dan yola çıktıktan sonra hep Batı’ya yönelmişlerdir.1071’de Anadolu’ya gelerek yerleşen Türkler Osmanlı İmparatorluğunu kurmuştur. İspanya İmparatorluğu gibi, üç kıtada hükümran olan Osmanlı İmparatorluğu, her zaman bir Avrupa gücü olarak kabul edilmiştir.600 yıldan fazla devam eden Osmanlı İmparatorluğunun, giderek zayıflayıp gerilemeye başladığı dönemde dahi, “Avrupa’nın hasta adamı” olarak tanımlandığını tarihe meraklı olanlar hatırlayacaktır.Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp Türkler bağımsızlık mücadelesine giriştiklerinde toprakları Batılı ülkeler tarafından işgal edilmişti. (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan).Buna rağmen, Mustafa Kemal Atatürk bağımsızlık mücadelesini kazanıp modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kurunca Batı’nın değerlerini benimsemiştir.Demokratik ve laik bir devlet kuran Atatürk köklü reformlar yapmış, Ceza Kanununu İtalya’dan, İdare sistemini Fransa’dan, Medeni Kanunu İsviçre’den örnek alarak hazırlatmıştır.Türkiye, daha Avrupa Ekonomik Topluluğu kurulmadan önce, tam on yıl önce, 1948’de Avrupa Konseyi’nin ve OECD’nin kurucuları arasında yeralmıştır.Türkiye 1952’de NATO üyesi olmuş ve uzun soğuk savaş döneminde komünizm tehlikesine karşı ortak değerlerimizin savunulmasında önemli görevler üslenerek özverilerde bulunmuştur.AB’nin bugün üyesi bulunan, Sovyetler Birliği ardılı birçok ülkenin demokrasiye kavuşmasında, Türkiye’nin NATO üyesi olarak hiç de göz ardı edilemeyecek bir rol oynadığı herhalde yadsınamaz.Bugün Türkiye Avrupa’da tüm kuruluşların üyesidir.1963’den beri de Ortaklık Anlaşması ile AB’ne hazırlanmaktadır.Türkiye’de bu durumu kamuoyuna izah etmenin ne kadar güç olduğunu takdir edersiniz.1963 AB-Türkiye Ortaklık Anlaşmasının, diğer ortaklık anlaşmalarından farklı bir özelliği vardı. Bu özellik anlaşmanın temel hedefinin Türkiye’yi AB’ne tam üye olmaya hazırlamaktı.1963’te bu Ortaklık Anlaşmasını imzalayan Fransa Devlet Başkanı Charles De Gaule, Avrupa ülkesi olmadığı gerekçesiyle Büyük Britanya’nın üye olmasını veto ediyordu.Ortaklık Anlaşması 1964’te yürürlüğe girdiğinde Avrupa Komisyonu Başkanı olan Walter Hallstein’ın yaptığı açıklamayı okuyorum:“Türkiye Avrupa’nın bir parçasıdır. Bu olgu, bugün yapmakta olduğumuz şeyin temel anlamını oluşturmaktadır. Bu, yüzyıllardır geçerli olan ve bir coğrafi kavramı ya da tarihsel olguyu özetleyen bir ifadenin çok daha ötesinde, bir gerçeği teyit etmektedir: Türkiye Avrupa’nın bir parçasıdır.”Türkiye Ortaklık Anlaşmasından kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmiş ve 1987’de tam üye olmak için AB’ne müracaat etmiştir.O zamanlar Ankara’da Dışişleri Bakanlığı’nda AB Daire Başkanı idim. Ancak 12 yıl beklendikten sonra, 1999’da Türkiye’nin müracaatına olumlu cevap verilmiş, aday olarak kabul edilmiştir.AB’ne üye olan hiçbir ülke bu kadar bekletilmemiştir.Üstelik Türkiye 1996 yılında AB ile Gümrük Birliğini tesis ederek, bugün bazı üye ülkelerin dahi tam anlamıyla gerçekleştiremedikleri gümrük uyumunu AB ile gerçekleştirmiş bulunmaktadır.Adaylık statüsünün verilmesinden de 5 yıl sonra Türkiye’nin gerekli kriterleri yerine getirdiği kabul edilerek tam üyelik müzakerelerinin başlayabileceği Aralık 2004’de kararlaştırılmıştır.AB’ne katılım müzakereleri nihayet 3 Ekim 2005 tarihinde başlamıştır. Bugüne kadar 10 fasıl müzakereye açılmış ve yalnız biri geçici olarak kapatılabilmiştir. Müzakereler de maalesef yavaş ilerlemektedir.Halen birkaç AB ülkesi bu müzakerelerin ucunun açık olduğunu ileri sürmekte, üyelik yerine ayrıcalıklı ortaklıktan söz etmektedir.Bunun anlamı “Türkiye üye olmasın, ama çok önemli menfaatlerimiz var, AB’den de uzak kalmasın” demektir.AB müktesebatında “ayrıcalıklı ortaklık” yoktur. 27 üyeden hiçbiri için bu ifade kullanılmamıştır. Türkiye için kullanılması düpedüz ayrımcılıktır. Kaldı ki Türkiye bugün dahi AB içinde ayrıcalıklı ortaklığın çok ötesinde bir konumda bulunmaktadır.Türkiye için tam üyelik temel stratejidir. Bunun alternatifi yoktur.Türkiye’nin AB’ne üye olması her iki taraf için kazanç olacaktır.Türkiye AB’ne yük olmayacaktır. Aksine AB’nin birçok bakımdan yükünü devralacaktır.Ekonomik bir dev ama henüz siyasi bir cüce olduğu her gelişmede görülen AB, Türkiye ile önemli bir siyasi güç kazanacaktır.Ortak değerlerimiz olan demokrasi, laiklik, insan haklarına saygı, serbest piyasa ekonomisi Türkiye’nin tam üye olmasıyla Orta-Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya uzanacaktır.Türkiye’nin üyeliği farklı kültürlerin temsilcisi olan ülkelerin bir arada yaşayabilir olduğunu gösterecektir. AB farklılıkların zenginlik sayıldığını dünyaya somut şekilde kanıtlamış olacaktır.Türkiye’nin Avrupa için stratejik önemi karşılaştığımız her yeni krizde bir kere daha görülmektedir.Son zamanlarda yaşadığımız Gürcistan krizi, enerji krizi. Gazze krizi bunun somut örnekleridir.Dışişleri Bakanı Moratinos bu gerçeği 18 Ocak 2009 tarihinde “La Vangardia”ya verdiği mülakatta şöyle ifade etti:“Başbakan Zapatero’nun Türkiye ile ayrıcalıklı dostluk ilişkisi kurma konusunda ne kadar isabetli bir karar verdiği şimdi daha iyi anlaşılıyor”.2007’de Lizbon Antlaşması imzalandığında AB Devlet Sekreteri Alberto Navarro’nun “Türkiye’yi AB dışında bırakmak gerçek bir barbarlık olur” diye açıklama yaptığını hatırlatırım.Değerli Dostlar, aranızda “Pekiyi. Kıbrıs engelini nasıl aşacaksınız” diye soranları duyar gibi oluyorum.Maalesef AB iç ve dış sorunlarını çözüme kavuşturmayan “Kıbrıs”sı, tehditlere boyun eğerek üye kabul etmekle hata yapmıştır.Bunu biz değil, Kıbrıs Rum Yönetiminin her aşamada engeller ortaya çıkartmasından usanan birçok AB devlet adamı itiraf ediyor.Bu konudaki gelişmeleri kısaca anımsatmak isterim.Yaklaşık 50 yıllık bir geçmişi olan Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunması için birçok girişimlerde bulunuldu. Ama hepsi başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü Rum kesimi Türklerle birlikte yaşamak istemiyor.Örnek vereyim: Bu küçük adada Türk ve Rum toplumu arasında hiçbir evlilik yok. Bir evli çift vardı, 1974’de Yunanistan’daki Albaylar Cuntasının teşvikiyle, Nikos Samsun Kıbrıs’da darbe yaptı, ilk işi bu evli aileyi öldürmek oldu. Adanın gerçekleri böyle.En son ve kapsamlı barış girişimi BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın gözetiminde yapıldı. Uzun ve çok ayrıntılı çalışmalar sonucunda 800 sayfayı aşan bir plan hazırlandı.İsviçre’nin Burgenstock kentinde yapılan son toplantıda ben de vardım. Kıbrıs Türk tarafı ve Kıbrıs Rum tarafı BMGS’ne mutabakatlarını bildirdiler. Ancak Papadopulos adaya döndü ve referandumda Annan Planına hayır oyu kullanın diye propagandaya başladı.Neticede yapılan referandumda Kıbrıs Türklerinin %65 evet , Kıbrıs Rumlarının ise %76 sı hayır oyu kullandı. Almanya’nın o zamanki Şansölyesi Schröder yayımladığı hatıralarında bunu “siyasi ahlaksızlık” olarak tanımlıyor. Avrupa Komisyonu’nda genişlemeden sorumlu Komiser Günter Verheugen 21 Nisan 2004 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda yaptığıkonuşmada “Tassos Papadopoulos Hükümeti hepimizi şaşırttı. Artık diplomatik konuşmayacağım; Kıbrıs Rum Hükümeti tarafından kendimi aldatılmış hissediyorum” dediğini kayıtlarda bulabilirsiniz. BM Genel Sekreteri Annan bu durumu verdiği raporda açıkça anlattı. 28 Mayıs 2004 tarihli Annan Raporu BM Genel Kurulunda maalesef sümen altı edildi. Bu nasıl izah edilebilir? O zamanki liderler Prodi, Schröder, Blair, Berlusconi, Balkanende, Verhaugen, “çözümü Türkiye desteklesin, Kıbrıs Türkleri Referandum’da evet desin biz gerekeni yapacağız” dediler. Ama hiçbir şey yapılmadı. Aksine referandumda % 76 hayır diyen Kıbrıslı Rumlar ödüllendirildi, AB’ye üye kabul edildi.Kıbrıslı Türkler ise ambargo, kısıtlamalar ve izolasyon ile cezalandırılmaya devam ediliyor.Papadopoulos’un geçmişte Kıbrıs Türklerini adada ortadan kaldırmak için eli kanlı EOKA terör örgütünün kurucusu olduğunu bildiğimizden biz hiç şaşırmadık.Bizi şaşırtan, geçen yıl vefat eden Papadopoulos’un hala bir barış güvercini olduğuna inananların bulunması.Kıbrıs Rum kesiminde 2008 başında seçimler yapıldı ve çözüm istediğini söyleyen bir lider geldi: Dimitris Hristofias.Kıbrıs Türk kesiminin lideri, Annan Planına evet diyen, aynı lider: Mehmet Ali Talat.İkisi de aynı siyasi kanata mensuplar.23 Mayıs 2008 tarihinde Talat ve Hristofias bir araya geldiler ve ortak bir açıklama yaptılar.Bu önemli açıklamayı okumak istiyorum:“They reaffirmed their commitment to a bi-zonal, bi-communal federation with political equality, as defined by relevant Security Council resolutions. This partnership will have a Federal Government with a single international personality, as well as a Turkish Cypriot Constituent State and a Greek Cypriot Constituent State, which will be of equal status.They instructed their Representatives to examine, within 15 days, the results of the technical committees.”Bu önemli bir başlangıçtı.Talat ve Hristofias 19 kez görüştüler. Bazı ilerlemeler de kaydettiler.Ancak Rum liderliği görüşmelerin hemen başlamasından sonra AB ülkelerini dolaşmaya başlayarak ortak açıklamadaki ifadeleri aşındırma gayreti içine düştüler. Türkiye’yi engelleme yapmakla suçlamaya başladılar.Bağımsız bir düşünce kuruluşu olan Diologo Europeo’nun değerli mensuplarına, Kıbrıs Türklerinin gerçeklerini öğrenmek istiyorlarsa, Mehmet Ali Talat’ı davet edip dinlemelerini öneririm.Talat bu müzakerelerin ucu açık olmamasını, bir takvime bağlanmasını istemektedir. Neticede bazı hususlarda anlaşma sağlanamazsa bunları BMGS’nin karara bağlamasını önermektedir. Talat’ın bu tutumu gerçekten çözümden yana olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak, maalesef Talat’ın bu önerileri Rum tarafınca kabul edilmemektedir. Kıbrıs sorununu çözüme kavuşturacak olanlar Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlardır. Türkiye Kıbrıslı Türklerin lideri, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a güvenmektedir. 3 Ekim 2008’de başlayan kapsamlı barış müzakerelerini desteklemektedir.Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bu desteği her vesileyle açıklamış ve soruna çözüm bulunmasında Türkiye’nin her zaman bir adım önde olacağını ilan etmiştir. Papadapoulos’dan farklı olduğunu ve samimi olarak çözüm istediğini ileri süren Hristofias’ın bazı Avrupa ülkelerini de inandırdığını görüyoruz. Ancak unutmayalım ki geçmişte Hristofias, Papadapoulus’un Annan Planına hayır kampanyasını kuvvetle desteklemişti. Atadığı bakanların çoğu da çözüme karşı kişilerdir. Henüz Hristofias’ın samimi olarak çözümden yana olduğunu kanıtlayan hiçbir davranışını göremedik. Aksine müzakerenin başında yapılan ortak açıklamayı, (biraz önce size okudum), şimdi inkar etmektedir. Müzakerelerin ne zaman sona ereceğinin belirlenmesinden kaçınmaktadır. Üzerinde mutabakata varılamayacak noktaların BM Genel Sekreterinin hakemliğinde karara bağlanmasına yanaşmamaktadır. Hristofias BM parametreleri, disiplini ve metodolojisinden uzak durmakta, çözüme ilişkin temel ilkeleri saptırarak ve zamana oynayarak uluslar arası kamuoyunu tedricen Türk tarafı aleyhine döndürmeye çalışmaktadır. AB ile müzakere sürecini kullanarak Türkiye üzerindeki baskının arttırılmasını sağlamaya çaba göstermektedir. AB ülkeleri arasında Türkiye’nin üye olmasını istemeyenlerin de maalesef Kıbrıs’ın arkasına sığındıkları görülmektedir.Gerçekten Kıbrıs sorununun adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulmasını arzu eden ülkelerin, ki İspanya’nın bu ülkeler arasında olduğunu biliyoruz, Kıbrıs’ın diğer yarısının da AB’ye üye olabilmesi için, hakkaniyet çerçevesinde öncelikle Kıbrıs Rum Yönetimini teşvik etmeleri müzakerelerden sonuç alınmasına katkıda bulunacaktır.
Teşekkür ederim.